gdh'de ara...

NATO-Rusya-Ukrayna denkleminin dinamikleri

2022 yılının ilk günlerinden itibaren artan savaş alametlerine rağmen önleyici yaptırımları devreye sokmayan Batılı ülkeler, bugün Ukrayna Savaşı üzerinden Rusya’yı yalnızca ekonomik olarak değil, sosyal, kültürel ve sportif alanlarda da dünyadan soyutlayan, Birinci Soğuk Savaş’ta dahi benzeri görülmemiş bir yaptırım saldırısını başlattılar. Rusya, kısa vadede Ukrayna Savaşı’nı kazansa dahi uzun vadede hem Rus halkının hem de uluslararası toplumun dengelerini sarsacak bir ekonomik kriz, gıda krizi ve enerji krizi kapıda.

1. resim
05.03.2022

24 Şubat’ta Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasıyla beraber Pandora’nın kutusu açıldı ve en az 20 yıllık geçmişi olan bir sorunun yanıtı aranmaya başladı? Ukrayna Savaşı’na yol açan NATO’nun doğuya doğru genişleyerek Rusya’yı tehdit etmesi miydi? Yoksa, Rusya’nın emperyal eğilimleri ve hem Çarlık hem SSCB dönemindeki nüfuz alanına ulaşma ihtirası mı NATO’nun doğuya ilerlemesini tetiklemişti?

Yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar sorusuna benzeyen bu denklemin çözümüne samimi cevap vermeyen taraflar kendi cephelerini konsolide etme çabası içerisindeler. Bu denklemi çözmek için her iki tarafla diyaloğu sürdürmek isteyenler ise “taraf olmayan bertaraf olur” mantığının kurbanı olmamak için kıldan ince kılıçtan keskin diplomasi sanatında maharetlerini sergilemeye çalışıyor. 

Ukrayna-Rusya krizinin kökenleri 1988-1991 arasında Sovyetler Birliği’nin parçalanma sürecinde yatıyor. 25 Aralık 1991 Mihail Gorbaçov’un istifası ile Kremlin Sarayı üzerinde dalgalanan Sovyet bayrağının varlığı son bulurken Moskova’da iyimserlik hakimdi. Gorbaçov’a göre dönemin ABD Dışişleri Bakanı James Baker ve Almanya Başbakanı Helmut Kohl, NATO’nun doğuya doğru genişlemeyeceği konusunda Sovyet liderliğine söz vermişlerdi. Daha sonra Rusya Devlet Başkanlığı koltuğuna oturan Vladimir Putin’in 2007 yılında Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmaya göre, Almanya’nın doğusunda bir NATO askeri gücü bulunmayacağına dair güvenlik garantilerinden bahsedenlerden biri de yine Sovyetler Birliği dağılırken NATO Genel Sekreterliği görevinde bulunan Manfred Wörner’di.

Ancak 1990’lı yılların başında gözden kaçırılmaması gereken bir gelişme de yaşanmaktaydı. Rusya, 1990 yılında bağımsızlığını ilan etmek isteyen Romanya sınırındaki Moldova’ya karşı bir askeri harekata girişmiş ve bugün Ukrayna’da olduğu gibi Rusça konuşan azınlığın haklarını korumayı bahane etmişti. Sonuç 30 yıldır Moldova’nın Transdinyester bölgesinde devam eden Rus askeri varlığı olarak karşımızda duruyor. Hatta bugün Rus ordusunun Ukrayna’ya yönelik askeri harekatının Karadeniz kıyısındaki liman kendi Odessa’yı hedef almasının bir sebebi, Kiev yönetiminin Karadeniz ile bağlantısını kesmek olduğu kadar, Transdinyester ile kara bağlantısını da tesis etmek.

Moldova’da yaşanan çatışmalar ilerlenilen yoldaki istikrarı bozmadı. Ukrayna ile Rusya arasında 1994 yılında “ Budapeşte Memorandumu” imzalandı. Ukrayna bu anlaşma ile elindeki nükleer silahları Rusya’ya teslim ederken, karşılığında toprak bütünlüğüne, bağımsızlığına ve egemenlik haklarına dair Moskova’nın garantisini alıyordu. 

İstikrar 1999 yılına kadar sürdü. 12 Mart 1999’da NATO’nun ilk genişleme adımı olan Macaristan, Çekya ve Polonya’nın ittifaka dahil edilmesiyle konjonktür değişmeye başlıyordu. NATO, o günlerde yalnızca alanını genişletmekle kalmadı. Genişleme anlaşmasından yalnızca 12 gün sonra Kosova Savaşı’nın ulaştığı çözümsüzlük ortamında NATO’nun Kosova’daki Sırp güçleri ile Sırbistan’a yönelik hava bombardımanı başladı. 10 Haziran 1999’a kadar devam eden NATO harekatı yalnızca Sırbistan’ı değil, Rusya’nın Batı Balkanlar’daki nüfuzunu da hedef aldı. Kremlin’in buna yanıtı ise savaşın bitmesiyle beraber Priştine Havaalanı’nı ele geçirmek için Rus askerlerini 12 Haziran’da Rus askerlerini Kosova’ya göndermek oldu.

İngiliz ve Rus askerlerinin karşı karşıya geldiği bu vakada NATO ve Rusya arasında ilk kez sıcak çatışma tehlikesi ortaya çıktı. Artık kılıçlar çekilmişti. Kremlin bürokrasisi, 1999 yılı sona ererken Vladimir Putin’i devlet başkanlığı koltuğuna oturtarak, Batı’ya karşı retoriğini değiştireceğinin ilk mesajını verdi.

2004 yılına kadar örtülü bir şekilde devam eden, hatta ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından Afganistan’daki Taliban rejimini devirmek için Rusya ile işbirliğine gitmesiyle yumuşamanın kıyısına gelen gerilim, NATO’nun beşinci genişleme kararıyla önlenemez bir şekilde ivme kazandı. Bu defa üç Baltık ülkesi, iki Balkan ülkesi ile Slovakya ve Slovenya ittifaka dahil olmuştu.

NATO’nun bu genişleme hamlesi ile beraber Rusya’nın Ukrayna politikasında da değişiklikler başladı. Eş zamanlı olarak Ukrayna’nın başkenti Kiev’de de Turuncu Devrim rüzgarları esmekteydi. 31 Ekim’den 26 Aralık’a kadar devam eden Devlet Başkanlığı seçim süreci bugünün savaşının temellerinin atıldığı günlerdi. Rusya yanlısı Başbakan Yanukoviç’in karşısına çıkan bağımsız aday Viktor Yuşçenko’nun, kampanyasını yürütürken zehirlenerek Viyana’da tedavi altına alınması sürecin en karanlık günleriydi.

Yuşçenko’nun 5 Eylül 2004 tarihinde, o sırada Ukrayna Devlet Güvenlik Servisi Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Volodimir Satsyuk ile yediği yemekte zehirlendiği öne sürüldü. Hakkındaki suçlamalar nedeniyle Ukrayna’yı terk eden Satsyuk’un Rus vatandaşlığı aldığı ve Moskova’da yaşamını sürdürdüğü iddia ediliyor. Yuşçenko’nun zehirlenmesi vakasını, 2 yıl sonra eski KGB ve FSB ( Rusya Federal Güvenlik Servisi ) ajanı Alexandr Litvinenko’nun, Kremlin yönetimine yönelttiği yolsuzluk suçlamalarının ardından zehirlenmesi takip etti. Litvinenko, Yuşçenko kadar şanslı değildi. Zehirlenmeyi yüzünün deformasyonu ile atlatan Yuşçenko’dan farklı olarak, Litvinenko vücuduna nüfuz eden radyoaktif zehir nedeniyle 22 günlük hastalık sürecinin ardından yaşamını yitirdi.

Ukrayna’daki iktidar mücadelesine dönecek olursak, 2004 yılının son günlerindeki  seçimi önce Putin’in desteğine sahip olan Viktor Yanukoviç’in kazandığı açıklandı. Batılı ülkelerin destek verdiği itirazlar sonucu ikinci turu tekrar edilen seçimi bu kez Avrupa Birliği ve ABD tarafından desteklenen Victor Yuşçenko kazandı. Bu sonuç, Rusya ile Ukrayna arasındaki gaz savaşının başlangıcı oldu. Türkiye de bu vesileyle Rusya-Ukrayna krizi ile tanıştı.

O yıllarda Türkiye’nin Marmara bölgesi, 1987 yılından bu yana faaliyette olan Rusya-Ukrayna-Moldova-Romanya-Bulgaristan üzerinden gelen “Batı Hattı”ndan gelen doğalgazla enerji ihtiyacının büyük bölümünü karşılamaktaydı. Kiev yönetimi üzerindeki siyasi kontrolünü kaybettiğini gören Rusya 2005 yılından itibaren doğalgaz sevkiyatını silah olarak kullanmaya başladı. Taraflar arasında 1990’lı yıllarda da bu konuda ihtilaflar yaşanmıştı. Ancak bunlar daha ziyade ekonomik temelliydi. 2004’teki devlet başkanlığı seçimini Batı yanlısı Yuşçenko’nun kazanması ile beraber Kremlin, enerji sevkiyatını ve fiyatlandırmasını Kiev üzerinde silah olarak kullanmaya başladı.

Taraflar arasında tansiyon yükseldikçe Rusya doğalgaz sevkiyatını azaltıyor bu da Türkiye’nin endüstri bölgesi olan Marmara’da kış mevsimlerinde ısınma ve enerji üretimi sorunlarına yol açıyordu. Türkiye, enerji güvenliği için kendisini giderek Rusya-Ukrayna çekişmesine dahil olmak zorunda hissetti. Ancak verilen ödünler yetmiyor, Moskova doğalgaz için her pazarlık masasına oturuşunda Kiev’deki yönetimi biraz daha köşeye sıkıştırıyordu. 2007 yılına gelindiğinde Münih Güvenlik Konferansı’na ilk ve son kez katılan Putin, burada yaptığı konuşmada bir kez daha NATO’nun Rusya’ya söz verdiği güvenlik garantilerini hatırlattı. Kuzey Atlantik İttifakı, Putin’in son uyarısını ciddiye almadığı gibi genişleme hedefini Kafkaslar’a kadar uzattı. Gürcistan’ın Kuzey Atlantik İttifakı’na dahil olma sürecine karşı Rusya ilk kez silaha sarıldı.

Güney Osetya ve Abhazya ile olan ilişkilerini gerekçe olarak sunan Moskova, 1 Ağustos 2008’de başlattığı savaşta kısa sürede başkent Tiflis’in kapılarına dayandı. Rusya’nın ezici askeri üstünlüğü ve Batılı dünyasının hazırlıksızlığı Gürcistan’daki siyasi dengeleri de alt üst etti. Rusya, hem NATO’nun hem de Avrupa Birliği’nin Gürcistan üzerinden Kafkaslar’a el uzatmasını engelleyecek bir sonuçla sahadan ayrıldı. Karadeniz’i NATO ile Rusya arasında bir çekişme alanı haline getiren bu çatışmadan sonra Türkiye-Ukrayna ilişkilerinde başlayan yakınlaşma 2011 yılında Yüksek Düzeyli Stratejik Konsey’in kurulmasıyla stratejik ortaklık düzeyine yükseldi. NATO ile Rusya arasındaki nüfuz alanı mücadelesi de bu sırada gelişmeye devam ediyordu. 2009 yılında Arnavutluk ile Hırvatistan’ın NATO’ya katılması, Moskova’nın Batı Balkanlar’da ayağını koyabileceği coğrafyanın daha da daralmasına yol açtı. 

2013 yılına gelindiğinde yalnızca Rusya ile Ukrayna arasında değil Batı ile Rusya arasında en derin kırılma süreci başladı. 21 Kasım 2013 yılında Ukrayna Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in “Avrupa Birliği ile Ortaklık Anlaşması”nı imzalamaktan son anda vazgeçmesi hem ülkesinde hem de uluslararası toplum nezdinde deprem etkisi yarattı. Yanukoviç Avrupa Birliği’ne sırt çevirmekle kalmadı, Rusya Devlet Başkanı Putin ile Ukrayna devlet tahvillerinin Rusya tarafından satın alınması ve Rus doğalgazının fiyatında indirim yapılmasına ilişkin bir anlaşma da imzaladı.

Yanukoviç’in yüzünü Batı’ya değil Doğu’ya dönmesi büyük çaplı protesto eylemlerini tetikledi. 2014 yılının Şubat ayına kadar süren “Meydan Olayları” sonucunda Yanukoviç Ukrayna’dan kaçmak zorunda kaldı. Kremlin, Kiev üzerindeki etkisini yitirdiğini görünce 1990’da Moldova’da olduğu gibi “Rusça konuşan azınlık” kartını bir kez daha sahaya sürdü. 2014 yılının Mart ayında Ukrayna’nın doğusunda zengin kömür ve demir-çelik kaynaklarının bulunduğu Donbas bölgesindeki Rus ayrılıkçılar harekete geçirilirken, Rus ordusu da Genelkurmay Başkanları Gerasimov’a mal edilen hibrit savaş doktrininin ürünü “küçük yeşil adamlarla” Kırım’ı ilhak etti. Rusya bu hamlesiyle Karadeniz’in en önemli deniz üssü Sivastopol’u ele geçirip, ertesi yıl Suriye’deki Esad rejimini ayakta tutmak için başlatacağı askeri operasyonun lojistik ayağı için de önemli bir atlama tahtası elde ediyordu.

NATO ve Batı dünyası, Gürcistan’dan sonra Ukrayna’da da tıpkı 1956’da Macaristan’da ve 1968’de Çekoslavakya’da olduğu gibi hem hazırlıksız hem de tepkisiz yakalandı. Kırım’ın ilhakı ve Donbas’ın yüzde 33’ünün Rus ayrılıkçıların kontrolüne geçmesinden sonra Ukrayna-Rusya ilişkileri 2019 yılına kadar stabil düzeyde seyretti. 2019 yılında Volodmir Zelensky’nin ezici çoğunlukla seçimi kazanarak Devlet Başkanı olması yeni bir kırılma noktası oldu. Zelensky, Rusya’nın Kırım’ın ilhakını kalıcı hale getirmek için yaptığı baskıyı reddetmekle kalmadı, NATO ile askeri ilişkileri daha da geliştirdi. Amerika Birleşik Devletleri’nden Biden yönetiminin iş başına gelmesiyle gündeme gelen “2. Soğuk Savaş” söylemi, Rusya’yı da harekete geçirdi. Putin ile Biden arasında 2021 yılının Haziran ayında Cenevre’de gerçekleştirilen ilk yüzyüze görüşmenin ana gündemi nükleer silahların kontrolüydü. Ancak Aralık ayına gelindiğinde hava tamamen değişmiş ve iki liderin video konferans ile gerçekleştirdikleri görüşmenin merkezine Ukrayna yerleşmişti. Zelensky’i devirmek için Ukrayna’da darbe planlandığı iddiaları, Rus ordusunun Ukrayna sınırına yaptığı askeri yığınak, NATO’nun hem hava hem deniz unsurları ile Karadeniz’e daha fazla giriş-çıkış yapması 2021 yılının ikinci yarısında Ukrayna’daki savaşın yaklaştığına dair işaretlerdi.